1 .2 .3 .5 .6 .7 .8 .9 .10 .11 .12 .13 .14 .15 .16 .17 .18 .19 .20 .21 .22 .23 .24 .25 .26 .27 .28 .29 .30
b-Tanzimat Dönemi
Daha önceleri gerçekleştirilmeye çalışılan Islahat
Hareketleri, Osmanlı Devleti'nin kendi iradesiyle
uygulamaya çalıştığı, içte ve dıştaki başarısızlıklarını
önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi.
Ancak Avrupa ve Rusya'nın mütemadiyen iç işlerine müdahale
etmesi, Osmanlı Devleti'ni, kendi
inisiyatifi dışında, yeni tedbirler almaya zorlamaktaydı. Özellikle
gayrimüslim unsurları bahane eden
devletlerin müdahalelerine fırsat vermemek için idarî ve
hukukî düzenlemelere gidilmesi
düşünülmekteydi. Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa'nın
hazırladığı düzenlemeler, I.Abdülmecit
tarafından tasdik edilmişti. 3 Kasım 1839'da I.Abdülmecit
"Gülhane Hatt-ı Hümayunu"nu ilan ettirdi.
Bu fermanda, dini ve ırkı ne olursa olsun Osmanlı tebaasından
olan herkesin eşit olması, herkesin
yasalara göre yargılanması, varlığı ölçüsünde
vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yılı
geçmemesi gibi hükümler yer alıyordu. Ayrıca Osmanlı
Devleti bu dönemde Avrupa tarzına öykünen
idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu şekilde Avrupa
devletlerinin en azından bazılarının, Osmanlı
Devleti'nin toprak bütünlüğüne saygısının kazanılması
hedeflenmekteydi. Fakat gelişen siyasî
olaylar, bunun o kadar kolay olmayacağını gösterecektir.
Şark Meselesi ve Kırım Savaşı; Tanzimat döneminde nispeten
sağlanan barış ortamı, Rusya'nın
müdahalesiyle tekrar bozulmaya başladı. Balkanlarda
panislavist bir politika izleyen Rusya, aynı
zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak, doğrudan
doğruya Osmanlı Devletinin varlığını
hedef almaktaydı. Avrupalılar tarafından "Şark Meselesi",
önceleri Osmanlı Devleti'nin toprak
bütünlüğünün sağlanması şeklinde düşünülürken, daha
sonra bu toprakların paylaşımı sorunu hâline
dönüştürüldü. Çünkü Osmanlı Devleti artık bir "hasta
adam" idi. Ancak R.Mantran'ın da ifade ettiği
gibi, hasta, kendisini iyileştirmeyi amaçlamayan doktorların
insafına kalmıştı. Onlar, Avrupa'nın
hasta adamının mirasını paylaşma telâşındaydı.
Küçük Kaynarca antlaşması'ndan sonra Osmanlı topraklarındaki
Ortodokslar'ın haklarını koruma
rolünü üstlenen Rusya, Kudüs merkezli "kutsal yerler"in
korunması ve idaresi hususunu da
gündeme getirdi. Fransızlarla imzalanan kapitülâsyonlarda, Lâtin
din adamlarına Kudüs Kilisesi
üzerinde bazı haklar tanınmıştı.
1808'den itibaren Rusya'nın baskıları neticesinde onların
yerini Ortodoks papazlar almaya başladı.
Fransa'nın ve Rusya'nın 1850-51'de Bab-ı Ali'ye bu durum hakkında
yaptıkları müracaatlar, kurulan
komisyonlarda değerlendirildi ve bazı kararlar alındıysa da
hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine
Çar I.Nikola, İngiltere'ye Osmanlı Devleti'ni aralarında
paylaşmayı teklif etti ve İngilizlerin sessizliğini
koruması üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çıkarttı.
Rus elçisi Mençikof'un aşırı tavizler
içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit, İngilizlere yakın
olan Mustafa Reşit Paşa'yı sadrazamlığa
getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te, Prut'u geçerek, Eflâk ve Boğdan'ı
istilâ ettiler. Osmanlı Devleti,
Fransa ve İngiltere ile ittifak anlaşması imzaladı. Bu
ittifaka Avusturya ve İtalyan birliğini kurmaya
çalışan Piyemento hükûmeti de katıldı. İttifak donanması
Çanakkale'de mevzilenmişti. Durumdan
endişelenen Rusya, askerlerini geri çekmeye başladı. Müttefikler,
Rusya'nın Karadeniz'deki gücünü
ortadan kaldırmak için, Kırım'a yöneldiler. Rusların en büyük
üssü olan Sivastopol, bir yıl süren bir
kuşatmanın ardından ele geçirildi (1855). Bu sırada tahta
oturan II.Alexandre, barış yapmayı kabul
etti. Müttefiklerin yanı sıra Prusya'nın da katıldığı
Paris Antlaşması ile (30 Mart 1856), taraflar işgal
ettikleri bölgelerden çekilecek, Osmanlıların toprak bütünlüğü
ve Boğazların statüsü, Avrupa'nın
"kefilliği" altında korunacaktı. Osmanlıların
Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karşılığında ise, sultan
yeni bir ıslahat fermanı irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in
tarafsızlığının kabulü, savaşın galibi
durumundaki Osmanlılardın aleyhine idi. Nitekim, Eflâk ve Boğdan'ın
birleşmesi ve Sırbistan'a
yönelik yeni haklar da Paris Antlaşmasıyla tescil edilmişti.
c-Islahat Fermanı :
Henüz Kırım Savaşı sürerken, Viyana'da bir araya gelen İngiltere,
Fransa ve Avusturya, Hristiyanlarla
Müslümanlar arasındaki farklılıkların her alanda ortadan
kaldırılmasını öngören bir fermanı sultanın
yayımlamasını, barış için ön şart koşmuşlardı. Paris
Antlaşması müzakere edilirken, müttefiklerin bu
istekleri I.Abdülmecit tarafından yerine getirildi ve Islahat
Fermanı ilân edildi (18 Şubat 1856).
Tanzimat'la kabul edilen hususların esas alındığı bu
fermanla, Müslümanlarla Hristiyanlar arasında
eşitlik sağlandığı Avrupa'ya garanti edilmiş oluyordu. Ayrıca
iç hukuk alanında ve ticaret hukukunda
da yenilikler getiriliyor, Ceza ve medenî hukukun bir bölümü,
dinî esaslardan arındırılıyordu. Aslında
Tanzimat süreciyle başlayan bu değişiklikler, idari yapılanmada
da kendisini hissettirmiştir. 1868'de
Şura-yı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye kurularak buralarda
hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar
görevlendirilmiştir. Islahat Fermanı ile getirilen düzenlemelerin
uygulanması daha çok I.Abdülaziz'in
tahta çıkması (1861-1876) ile gerçekleşebilmiştir.
Paris Antlaşmasına imza koyan devletler, anlaşma maddesinde de
yer aldığı için Islahat Fermanı'nı,
Osmanlı Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmışlardır.
Nitekim Fransa, Dürzilerin
Katolik Marunilere saldırmasını bahane ederek Lübnan'a asker
çıkarmış ve 1871'e kadar orada
kalmıştır. Karadağ'da çıkan bir anlaşmazlık yine büyük
devletlerin aracılığı ile halledilmiştir (1862).
Güçlü devletler tarafından teşvik ve tahrik edilen
Balkanlardaki Hristiyan toplulukları, çıkardıkları
isyanlar bastırılsa dahi, Osmanlı Devleti'nden yeni haklar
elde etmeyi başaracaklardır. Örneğin
Sırplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmiş, Eflâk ve Boğdan'ın
Romanya adı altında birleşmeleri
kabul edilmiştir. Muhtariyet hakları genişletilen Mısır'da,
İngiliz-Fransız nüfuz mücadelesi kızışmış,
III. Napolyon'un teşebbüsü üzerine, Abdülaziz istemediği hâlde
Süveyş Kanalı projesini kabul etmek
zorunda kalmış ve kanal 1869'da büyük bir törenle açılmıştır.
d-I.Meşrutiyet Dönemi:
Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nın kışkırttığı
topluluklar, bağımsızlıklarını ilân etmek için
harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit İsyanı çıktı.
Yunanistan'a bağlanmak amacıyla başlayan
isyan bastırılmasına rağmen, Avrupa devletleri araya girerek
sultanın Girit'e yeni bir statü vermesini
sağladılar (1868). Rusya tarafından oluşturulan komitalar vasıtasıyla
Bulgarlar ayaklandırıldı. Onlara
da geniş haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen
Bulgarlar, Bosna ve Hersek'teki
karışıklıkların ardından yeniden ayaklandılar (1875-76).
Bulgar isyanı sert biçimde bastırıldı. Fakat bu sırada Genç
Osmanlılar, Abdülaziz'e başlattıkları
muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat Paşa'nın
öncülüğündeki yenilikçi idareciler
Abdülaziz'i tahttan indirerek yeğeni V.Murat'ı başa geçirdiler(30
Mayıs 1876). Ancak hastalığı
sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-ı Esasi'yi
ilân edeceğini beyan eden kardeşi
II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı.
Bu arada Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne baskı kurmasını kendi
menfaatine aykırı gören
İngiltere, Balkanlardaki bunalımı görüşmesi için İstanbul'da
uluslar arası bir konferans toplanmasını
sağlamıştı. İstanbul Konferans çalışmalarını sürdürürken
II.Abdülhamit Meşrutiyet'i ilân etti (23 Aralık
1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil
edilebilecekti. Parlâmenter monarşi,
İstanbul Konferansı'nın toplanış sebebini tamamen ortadan
kaldırmasına rağmen, konferansa katılan
devletler, Balkan topluluklarının bağımsızlıklarını
istediklerinden bir sonuca varılamadı. Osmanlı
Devleti'nin çağrılmadığı Londra'da toplanan bir başka
konferansta, büyük devletler isteklerini
tekrarladılar. Rusya, Osmanlı Devleti'ne alınan kararları
kabul ettirmek için savaş ilân etti.(Nisan
1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878
Osmanlı Rus Harbi, askerî ve siyasî bakımdan
önemli sonuçlar doğurmuştur.
Kanun-ı Esasi'nin kabulü ile açılan Genel Meclis, padişah
tarafından seçilen Ayan Meclisi ve
halk tarafından seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra
Konferansı'ndan önce çalışmaya
başlayan bu meclis, hükûmet tarafından sunulan teklif ve
kanun tasarıların karara bağlayarak ilk
dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi'nin sürdüğü
sıkıntılı zamanlarda meclisteki
azınlık mebusları çalışmaları sekteye uğrattığı gibi,
bunalımın artmasını da sağlıyorlardı. Nitekim
Gazi Osman Paşa'nın büyük bir kahramanlık göstererek 5 ay
savunduğu Plevne'yi aşan Ruslar,
Yeşilköy'e kadar ilerlemişlerdi. Doğu'da ise ancak Erzurum önlerinde
durdurulmuşlardı. Meclis
savaşın gidişatından hükûmeti ve padişahı sorumlu tutarak,
siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II.
Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı
toplantıdan bir sonuç alamayınca,
Kanun-ı Esasi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, etnik
yapısının karışıklığı sebebiyle çalışmaları
aksayan meclisi kapattı (14 Şubat 1878). Bu I.Meşrutiyet'in
sonu demekti.
Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelişmeler; İstanbul önlerine
kadar gelmiş olan Rusya ile
Yeşilköy (Ayastefanos) Antlaşması imzalandı (3 Mart 1878).
Bu anlaşmayla, sözde Osmanlı'ya
bağlı Dobruca, Doğu Makedonya ve Trakya'yı içine alan Büyük
Bulgaristan Prensliği kuruluyor;
Romanya, Sırbistan ve Karadağ bağımsızlıklarına kavuşuyordu.
Ancak, Rusya'nın genişlemesinden
rahatsızlık duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlaşma
hükümleri yürürlüğe giremedi.
İngiltere donanmasını harekete geçirdi. Osmanlı Devleti ile
yaptığı bir anlaşmayla Kıbrıs'a yerleşti ( 4
Haziran 1878). Araya giren Bismark, ülkesinde bir konferansa ev
sahipliği yaparak hem muhtemel
bir savaşı önlemek hem de Almanya'nın menfaatlerini korumak
istiyordu. Nitekim Osmanlı Devleti,
İngiltere, Fransa, Avusturya, Almanya, İtalya ve Rusya'nın da
katıldığı Berlin Kongresi 13 Temmuz
1878'de imzalanan bir anlaşmayla son buldu. Bu anlaşma, artık
Rusya'nın yanı sıra, diğer devletlerin
de parçalamaya çalıştıkları Osmanlı'dan, kendi paylarını
alma anlaşmasıydı. Berlin ve Ayestafanos
antlaşmalarında öngörüldüğü gibi, Sırbistan, Karadağ ve
Romanya'nın bağımsızlığı onaylandı.
Bulgaristan üç bölüme ayrıldı. Bulgaristan Prensliği
haricinde müstakil bir Doğu Rumeli eyaleti
oluşturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya,
Osmanlı Devleti'nin elinde kaldı.
Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldı. Bosna-Hersek,
Avusturya tarafından işgal edildi.
Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi, büyük
devletlerin Osmanlı Devleti'ni
paylaşma ve ortadan kaldırma arzularının bir neticesi idi.
Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle
ortaya çıkan küçük devletçikler, bölgede o dönemden günümüze
kadar ulaşan siyasî ve etnik
çatışmaların piyonları olmaktan öteye gidemediler. Nitekim
Avusturya'nın ve Rusya'nın Balkanlarda
nüfuzlarını artırmaları, Balkan Savaşları ve I.Dünya Savaşı'nın
çıkmasına yol açacaktır.
Berlin Kongresi'nin sonuçları kısa zamanda ortaya çıkmaya başlamıştı.
Balkanlardan bir pay alamayan Fransa, önceden nüfuz sahasına
dahil ettiği Cezayir ile Tunus
arasındaki sınır problemini bahane ederek, Tunus'u işgal etti
(1881). Fransa ile İngiltere arasında
çekişmeye sahne olan Mısır'da, Hidiv İsmail Paşa'ya karşı
başlatılan bir askerî ayaklanma ile ortaya
çıkan durum İstanbul'da görüşülürken, İngilizler İskenderiye'yi
topa tuttu. Osmanlıların karşı
çıkmalarına rağmen İngilizler Mısır'ı ele geçirdiler(1882).
Bulgaristan Prensliği, Doğu Rumeli'de çıkan
isyanı değerlendirerek (1885), bölgeyi kontrolü altına aldı.
Osmanlı Devleti Rusya'nın baskısı
sonunda, Kırcaali ve Rodop dışındaki Doğu Rumeli Valiliği'nin
Bulgar Prensliği'nin idaresine
geçmesini kabul etmek zorunda kaldı (1886). İkinci Meşrutiyet'in
ilânı sırasında ise Bulgarlar
bağımsızlıklarını ilân ettiler (1908). Bulgar, Yunan ve
Arnavutların hak iddia ettiği Makedonya'da
çıkan olaylar Osmanlı kuvvetleri tarafından bastırıldı.
Fakat, Rusya ve Avusturya devreye girerek
Osmanlı hâkimiyetindeki Makedonya'da, ülkelerinden iki gözlemcinin
görev yapmasını sağladılar
(1893). Megalo İdea adını verdiği Bizans'ı diriltme çabasındaki
küçük Yunanistan, 1896'da çıkan
isyanı bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlılar
Dömeke Meydan Savaşı ile Yunanlıları
büyük bir bozguna uğrattılar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa
devletlerinin müdahalesi ile İstanbul'da
toplanan bir konferans ile Girit'te valiliğine Yunan kralının
oğlunun getirildiği özerk bir yönetim
kurulması, adanın fiilen Yunanistan'a bırakılması anlamına
geliyordu.
1 .2 .3 .5 .6 .7 .8 .9 .10 .11 .12 .13 .14 .15 .16 .17 .18 .19 .20 .21 .22 .23 .24 .25 .26 .27 .28 .29 .30